BİR MİKRO-İKTİDAR BİÇİMİ OLARAK: HOCANIN İKTİDARI


İktidar ve tahakküm yalnızca politik alana içkin bir olgu olarak düşünülmektedir. Onun da ötesinde, devlet, iktidarın ve tahakkümün menşei addedilmektedir. Fakat Foucault tarafından ısrarla belirtildiği üzere tahakküm de iktidar da devlet ile doğmamıştır. İnsanlar eşit şekilde doğmadıkları ve iktidarın/tahakkümün ilk nedeni eşitsizlik olduğu için, insanlığın var olduğu andan itibaren iktidarın nüvelerine rastlanmaktadır. İlk eşitsizlik belirtisi fiziksel özelliklerden ötürüdür. O nedenle erkek ile kadın arasında iktidar ilişkisi doğmuştur. Eski toplumlarda ‘’ak saçlılığın’’ yani tecrübenin önemine binaen yaş farkından dolayı büyük-küçük arasında da iktidar ilişkisi vardır. Aileyi ele aldığımızda Baba-çocuk arasında da aynı tür ilişkinin varlığı yadsınamaz. Bir başka eşitsizlik ölçütü bilgidir, bilgiye vakıf olan ile olmayan arasında tahakküm doğmaya eğilimlidir. Aynı zamanda statüye sahip olmak da iktidarı elinde bulundurmanın yoludur. Devletin var olmasıyla birlikte iktidarın olduğu ise tartışılacak  mevzu dahi değildir. 
Bütün tahakküm ölçütleri arasında öğretmen-öğrenci arasındaki ilişki dikkat çekicidir. Aralarında belki de en az ilgi gören iktidar biçimi de odur. Zira öğretmen-öğrenci arasındaki eşitsizliklere bakıldığında bilgi, tecrübe ve statü yönünden ciddi derecede eşitsizlikler söz konusudur. Modern okullardaki oturma düzeni de bunun yansımasını oluşturur. İktidar daima tekillik istediğinden ötürü sınıfın girişinde tek bir masada tek bir Hoca oturur, karşısında ise sıralara dizilmiş vaziyette öğrenciler bulunur. Hatta ilkokul düzeyinde hangi çocuğun nerede oturacağına dahi karar verir. Zira muktedir disiplin ister, belirginlik ister. İlginçtir ki fabrikaların yeni yeni çıktığı dönemlerde işçilerin daha iyi denetlenmesi için üretilen sıra düzeni okullarda da kullanılmaya başlanmıştır. İşçiler arasında rekabeti daha da arttırmaya, aralarında kıyas yapmaya dayalı bu sistem öğrencilerde de aynı işlevi görmektedir. Genellikle sınav dönemlerinde öğretmenler sıra aralarında dolaşarak aynı yetkiyi kullanır. Gözetleme gücü muktedirin en ciddi belirtilerinden biridir. Hocaların “yaptığınız her şey buradan görünüyor” serzenişi boşa değildir. 
Muktedirin mekânı (sınıfı) sahipleniş ve hükmediş biçimi de hayran olunasıdır (!) Sözgelimi ışıkların yanıp yanmayacağına, pencerelerin açılıp açılmayacağına, sınıfta varsa teknolojik aletler onların kullanılıp kullanılmayacağına ve kimlerin konuşup konuşmayacağına karar verme hakkı yalnızca kendisindedir. Hükmü altındakilerin ne zaman ve neye güleceklerine, ne zaman ve neyi yazacaklarına muktedir karar verir. Bu bazen defteri nasıl kullanacaklarına kadar ilerler.  
İlkokul, ortaokul ve lise gibi öğretim kademelerinde, bu tahakkümün makul sebepleri mevcuttur. Fakat tahakküm karşısındakini sindirmeye yönelik olarak çalışır bu nedenle klasik okul eğitiminde bilimin yapılabilmesi pek mümkün değildir. Zira bilim, aykırı düşünmeyi gerektirir, sıradan şeyleri tekrar etmek bilimin amacı değildir. Peki bu okulların amacı bilim üretmek midir? Tahakkümün makul sebebi bu sorunun cevabında gizlidir; soruya kesin bir şekilde ‘’evet’’ denilemeyeceğinden dolayı buralardaki iktidar biçimi gayet anlaşılabilir. Yine de çocukları bilimsel düşünceye açık bireyler olarak yetiştirme görevi bu kademelerden başladığı için lise, ortaokul ve ilkokul seviyesindeki iktidar biçimi de sorgulanmalıdır. 
İktidara sahip olan, yönlendirebilme, sorgulayabilme ve müdahale edebilme yetisini elinde bulundurur. Öğretmen yönlendirir fakat yalnızca istediği yöne. Öğretmen sorgular, fakat yalnızca istediği bilgiyi. Ve öğretmen müdahale eder, yalnızca kendi istediği düşünceleri yazmayan kişilere. Bunları göz önünde tuttuktan sonra, iktidarın olmadığını söyleyebilir miyiz? İşte tam burada bir ayrım yapmak gerekir; ilkokul seviyesinde verilen eğitimde bu iktidar biçimi bir nebze olsun anlaşılabilirdir. Fakat üniversite seviyesinde bu durum sorgulanmalıdır, hele yüksek lisans düzeyinde kesinlikle yadsınmalıdır. 
Günümüzde üniversiteler meslek edinme yerleri olarak görülmektedir. Halbuki üniversiteler, ülkenin entelektüel/aydın/münevver kadrosunu yetiştirmekle görevli kurumlardır. Meslek edinme yerleri olarak görüldüğünde öğrencinin yegâne amacı, var olan sınavları bir an önce geçmek ve bir an önce para kazanmaya başlamaktır. Haliyle öğrencinin, Hoca’nın iktidarını sorgulamaya hiç mi hiç niyeti yoktur. Zira sürekli olarak belirli öğretmenlerin, kendi iktidarlarını sorgulamaya yahut aşındırmaya çalışan öğrencileri (derste onurunu kırarak, onu küçük düşürerek ve hatta uzun dönemler boyunca dersten geçirmeyerek) nasıl cezalandırdığını anlatan efsaneler dolaşmaktadır. Cezalandırma, ilk çağlardan beri iktidarın en temel göstergelerinden birini oluşturmaktadır. 
Üniversitelerde bazı Hocalar, bilimsel tartışmalara önem verdiklerini, itiraz ya da eleştiri olduğunda çekinmeden söylemeleri gerektiğini öğrencilerine başlangıçtan ifade ederler. Bu yönleriyle gerçekten ‘’çağdaş’’, ‘’eleştiriye açık’’ ve gerçek bilim insanı şeklinde hareket ettiklerini gösterirler. Buna rağmen öğrenci herhangi konuya itiraz edip tartışmaya girdiğinde daha başlangıçtan dezavantajlı konumdadır. İlkin sıfatlara göre, itiraz eden sonuçta öğrenmek için oraya gelen bir ‘’öğren’’cidir, tartışmaya girdiği yüce iktidar makamı ise nihayetinde “öğret”men sıfatındaki kişidir. Ayrıca daha konuya itiraz ederken iktidar makamından bir çeşit ritüelleri gerçekleştirerek (parmak kaldırma, el kaldırma gibi) söz istemek durumundadır. Bunun yanında öğrencinin itiraz ettiği konu hakkında, düşüncelerini anlatabilmek için en fazla bir ya da birkaç dakikası vardır, halbuki öğretmen dilediğince konuyu konuşabilir ve istediği gibi yönlendirebilir. Öğrenci yanlış anlaşıldığı yerleri ifade etmeye çalışırsa karşısında gerilmiş yüz hatları bulur, çünkü saygısızca (!) Hoca’nın sözünü kesmiştir. Halbuki hoca her an istediği gibi öğrencinin sözünü kesme hakkına sahiptir. Kısacası öğrenci, ancak iktidarın dilediği kadar şeyi, dilediği kadar sürede ve dilediği biçimde söylemeyebilme hakkına sahiptir. 

Bazı Hocalar ise hakikaten özgür tartışma ortamını öğrencilerine sunmak isterler fakat bu kez de öğrencilerin yetişme tarzı, anlayış biçimi ve niteliği buna uygun olmadığı için, o ortamı sağlayamazlar. Neticede öğrenciler, oraya bir meslek edinme düşünceleri ile gelmişlerdir. Başka türlü konulara saparak, ya da fikir üzerine daha fazla kafa yorarak vakit kaybetmenin bir anlamı yoktur. Çünkü böyle olduğunda işleri daha da zorlaşır, tahtada yazılanları deftere geçirmek; herhangi bir tartışmayı takip ederek, o konu hakkında kafa yormaktan daha basittir. Ve bu durum şüphesiz sınavları geçmek için de daha basit yoldur. 

Toplumun entelektüel sınıfını yetiştirmekle görevli olan üniversitelerin, meslek mektepleri haline getirtilmesi makro iktidarın sorumluluğu altındadır. Bu suretle görülmektedir ki makro iktidar (devletin iktidarı) ile mikro iktidar (hocanın iktidarı) arasında mükemmel bir uyum bulunmaktadır. Uyumun had safhada olmasının temel nedeni mikro iktidara sahip olan Hoca’nın da mevcut sistem içerisinde yetişmiş olmasından gelmektedir. Bu Hocalar, aydın kimliğinde olmak yerine (üniversitelerin meslek okullarına dönmüş olması nedeniyle) mesleki anlamda öğretmen kimliğini benimsemiştir. O nedenle bilim üretme işlevini mesleğe/ek gelire indirgemiştir. Mesleğe indirgememiş olduğunu iddia eden düşüncelere ortaya çıkacaktır, o halde şu soruyu sormak gerekir, “kendilerine belirli bir ücret ödenmese makale/rapor/akademik çalışma zahmetine ve yüzlerce öğrenciye ders anlatma zahmetine katlanırlar mıydı?”  

İktidara tabii olanlar tarafından bilim uğruna ortaya atılacak bir itiraz kırıntısı dahi anında bastırılacaktır; çünkü ilk olarak  mesleğinin dışına çıkmasını gerektirir, ikinci olarak ise kendi iktidarını şüpheye düşürür. Hocanın iktidarı temelde “bilgi” üstlüğünden kaynaklandığından ötürü sınıfta kendisinden daha fazla bilgiye haiz olabilecek herkesi tehlike olarak görür. Onunla tartışmaya girdiğinde iktidarını sonuna kadar kullanır ve karşısındakinin boyun eğmesini sağlar. Bunu olabildiğince şiddetli yapmasında fayda vardır ki ancak o zaman  bir kez daha benzer olay yaşama riski azaltılabilir. 

Örneğin deli cesaretine sahip biri tarafından muktedire meydan okuma gerçekleşirse, muktedir onu engellemek için kendi koltuğuna oturması teklif eder, muktedir öğrenci sırasına oturacaktır. Bu tehdittir, henüz onlarca kişi karsında hitap etme tecrübesine yeterince sahip olmayan, tecrübeye sahip olsa dahi kendisinden üst bir otorite karşısında konuşma deneyimine sahip olmayan kişinin böylesine bir şeye cesaret edemeyeceğini bilmektedir. Öğrenci böylesi bir teklifi kabul etme iradesini gösterirse, muktedir öğrenci sırasına oturmasına rağmen öğrenci gibi davranmayacağı için iktidarını sürekli olarak hatırlatacaktır. Yerlerinin değişmesi, kimliklerinin değişmesi manasına gelmeyeceği için Hoca yine muktedir gibi davranacaktır böylelikle karşısındaki öğrenciyi bozguna uğratacaktır. Halbuki iktidar mekanizmasını kullanmasa belirli yetkinliğe sahip öğrenci de bu sorunun altından kalkabilir. Muktedir olmak psikoloji ve özgüven ile de alakalı olduğu için belirli bir zaman sonra (yer değiştirmenin belirli bir süre daha devam ettiği varsayılırsa) Hoca iktidarın özgüvenini kaybedecektir. Zira Hoca da kendisinden üst bir otorite/iktidar (müfettiş, müdür, denetmen) karşısında tam olarak bu pozisyonu temsil eder. 

Sonuç olarak bakıldığında bilimsel üretimin az olmasının, intihal gibi sorunların üst seviyede yaşanmasının en temel sebeplerinden biri Hocanın had safhadaki tahakkümüdür. Zira iktidarın kendisini her an hissettirdiği bir ortamda özgün bir fikrin doğmasına imkan yoktur. Bilimin doğabilmesi için en gerekli hak hürriyettir. Hürriyet ise tahakkümün tam zıttında yer alır. Ülkenin ve toplumun aydın sınıfını oluşturmakla görevli üniversitelerde tahakkümün ve Hoca iktidarının en makul düzeyelere indirilmesi elzemdir. 

Esinlenilen Eserler:

Cogito, no. 70-71 (2014).
Baudillard, Jean. Simulakr ve Simulasyon. Çeviren Oğuz Adanır. Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2017.
Canetti, Elias. Kitle ve İktidar. Çeviren Gülşat Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006.
Clastres, Pierre. Devlete Karşı Toplum. Çeviren Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1991.
Foucault, Michel. Hapishanelerin Doğuşu. Çeviren Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Kitabevi, 1992.
—. İktidarın Gözü. Çeviren Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015.
Meriç, Cemil. Jurnal. İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Spinoza'dan Hareketle "NOAH (2014)" Filmi Çözümlemesi

MHP-AKP İTTİFAKI: İÇERİDEN BİR ANLAMA ÇABASININ ANLATIMI