Spinoza'dan Hareketle "NOAH (2014)" Filmi Çözümlemesi
Büyük
Tufan anlatısı tarihin en eski düşünce metinlerinden birini oluşturmaktadır. Sümerlilere
ait olduğu kabul edilen en eski tabletlerde ve Gılgamış Destanı’nda kendisine
önemli bir yer edinen Büyük Tufan anlatısı insanlığın toplumsal hafızasından
hiçbir zaman silinmemiştir. Kutsal kitaplar bu anlatının yayılmasında ve
günümüze değin gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Tevrat’ta, İncil’de Kuranı
Kerim’de hemen hemen benzer biçimde Nuh ve tufan anlatısı bulunmaktadır. Haliyle
Nuh ve tufan anlatısı hem dini hem de seküler boyutlarıyla düşünce tarihi
açısından oldukça kıymetli veriler sunmaktadır. Zira bu anlatı kutsal
kitapların tefsirleri vasıtasıyla bilgeler ve filozoflar tarafından yorumlandığı
gibi tarih, coğrafya, biyoloji vb. alanlarda da kendini göstermiştir. Örneğin
milletlerin tarihinin işlendiği klasik metinlerde, Hazreti Adem’den sonra
insanlığın ikinci atası Hazreti Nuh görüldüğü için, bütün toplulukların Nuh’un
soyundan geldiği kabul edilerek soy ağaçları çizilmiştir. Buna göre var olan bütün
halklar Nuh’un oğulları Ham’ın, Sam’ın ve Yafes’in soyundan gelmiştir. Türklerin
Yafes’in soyundan geldiğine dair kurgular birçok eserde bulunabilir. Yine Nuh anlatısı
coğrafi ve biyolojik dağılım teorilerinin çıkış kaynağı olmuştur. Söz konusu
teoriye göre Cennet Dağı adlı bir yerde insanlık yaratılmış, burada bütün
iklimler bulunmasından ötürü tüm canlılar yaşamlarını Cennet Dağı’nda
sürdürebilmiştir. Tufanla birlikte bu dağın büyük bir kısmı sular altında
kalmış fakat dağın zirvesine tırmanan canlılar hayatta kalabilmiştir.
Nihayetinde insan ve diğer canlılar Cennet Dağı’ndan dünyaya yayılmıştır. Elbette
birçok açıdan Nuh ve tufan anlatılarının etkileri incelenebilir. Ancak ben
Spinoza’nın görüşleri bağlamında 2014
yapımı Noah filmi üzerinden bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Belki de önce filmden başlamak gerek…
Filmin yönetmenlik koltuğunda Darren Aronofsky oturuyor. Film oyuncu kadrosu
etkileyici; Russel Crowe, Emma Watson, Anthony Hopkins… Film, kutsal metinlerdeki
anlatıyla uyumsuzluk taşıyan yönler barındırdığı için oldukça eleştirilmiş. Aronofsky
bu eleştirilere cevap verirken mealen şöyle söylüyor: kutsal metinde Nuh’un (ve
ailesinin) düşüncelerine duygularına dair en ufak bir şey yok, hatta Nuh
konuşturulmuyor bile ben tam da bu duygulanımı dramatize etmek istedim. Yeri gelmişken
Noah filminin çok kısa bir özetini sunmakta fayda var. Hikaye Nuh’un babasının
öldürülmesiyle başlıyor ki burada filmin temel çatışması gözler önüne
seriliyor. Buna göre Kabil oğullarıyla Şit’in oğulları arasında, Kabil’in Habil’i
öldürmesinden bu yana bir çatışma söz konusu. Kabil’in oğulları yeryüzünü bir
anlamda cenneti adeta cehenneme çeviriyor. Bölgede herhangi bir ağaçlık alan
bırakmadıkları gibi, bütün toprağı daha fazla kıymetli maden çıkartmak amacıyla
sömürüyorlar. Bu zulümden hayvanlar da kurtulamıyor. Aslında filmin ana anlatılarından biri “ekolojik
kriz” teması. Bilmiyorum Aronofsky iyi bir Bookchin okuyucusu mu ama daha filmin
ilk dakikalarından itibaren Bookchin’in görüşlerini muazzam derecede güzel şekilde
anlatıyor: İnsanın doğa üstünde kurduğu tahakküm, insanın insan üstünde kurduğu
tahakkümün bir yansımasıdır. İnsanın bu habis duygularından ötürü yeryüzünden
kaldırılması gerektiği düşüncesi de filmin yargılarından bir diğerini
oluşturuyor. Film bu yönüyle Bookchin’in de ötesinde daha radikal ekolojist düşünürlere
yaklaşıyor. Özete geri dönecek olursak, Kabil oğullarıyla Şit oğulları arasında
yani Nuh’un ataları arasında yaşanan bu çatışma Nuh’un babasının ve dedesinin “toplum/kent
dışı” bir yaşama sürüklenmesine sebebiyet veriyor. Bu nedenle Nuh da tıpkı babası
ve büyük babası gibi insanlardan uzak bir yerde üç oğlu ve eşiyle birlikte yaşıyor.
Bir gün geyiğe benzer bir hayvanı avlamaya çalışan insanlar Nuh’un yerini
buluyor. Nuh o gece rüya vasıtasıyla vahiy alıyor. Rüyasında bütün insanlığın
suda boğulduğunu görüyor. Vahiy üzerine Nuh ailesini de alarak büyük babasına
olanları danışmak için yola çıkıyor, yolda yakılmış yıkılmış kentler, ölü
cesetler görüyorlar yalnız bir kız çocuğunu yaralı olarak buluyorlar ve onu da yanlarına
alıyorlar. Bu esnada insanlar Nuh’u buluyorlar ve peşlerine takılıyorlar. İnsanlardan
kaçan Nuh devlerin yurduna girmek zorunda kalıyor ki burada hikayenin bir başka
unsurları karşımıza çıkıyor. Anlatıya göre Hazreti Adem ve Havva Tanrı
buyruğuna karşı geldikleri için cezalandırılıyorlar, Adem ve Havva’nın bu durumuna
üzülen bir kısım melekler onlara yardım ediyorlar ancak onlar da Tanrı tarafından
cezalandırılarak Nur’dan taşa dönüştürüyorlar ve yeryüzünde yaşamaya mahkum
ediliyorlar. Üstelik Adem oğulları tarafından kendileri de zulüm görüyor. Bu
nedenle onlar da insanlara yardım etmekten vazgeçiyorlar ve onlara karşı
düşmanlık güdüyorlar. Yalnızca Nuh’un büyük babasına devlere yardımcı olduğu
için onunla iyi geçiniyorlar. Tabii ki önce Nuh’u tanımadıkları için yardım etmeseler
de onun Tanrı’dan vahiy aldığına kani olunca yardım etmeyi tercih ediyorlar ve
geminin yapımında büyük katkı sunuyorlar. Kuranı Kerim’in anlatısının aksine
Nuh insanlara hiç tebliğde bulunmuyor hatta onları gemiye almak bir yana masum
ve yoksun insanlar dahil hiçbirisini gemiye almıyor. O gördüğü vahyi, kendisi
ve soyu da dahil bütün insanların yeryüzünden silinmesi gerektiği şeklinde
yorumluyor. İşte onun bu algısı filmdeki başka bir çatışmayı doğuruyor. Gemide
Nuh’un eşi dışında tek bir kadın mevcut o da İla. İla, Nuh’un yaralıyken
bulduğu kız. İla ile Nuh’un oğlu Şem arasında bir yakınlık söz konusu ancak İla’nın
yaralarından ötürü kısır olduğu biliniyor. Haliyle Nuh İla’yı gemiye almakta
herhangi bir tereddüt yaşamıyor. Nitekim diğer oğlu Hem, kendisi için bir kızı gemiye
getirmek istediğinde Nuh kızı ölüme terketmek pahasına ardında bırakıyor. Bütün
canlıların gemiye binmesine müsaade eden, onlardan çifter çifter alan Nuh insanlığın
soyunun tükenmesi gerektiğine inanıyor -bu yönüyle de radikal ekoloji görüşlerine
yaklaşıyor-. Ancak tufan koptuktan sonra Nuh İla’nın hamile olduğunu öğreniyor.
Vahiy gereği bütün insan soyunun tükenmesi gerektiğine iman eden Nuh, eğer kız
çocuk doğarsa onu doğar doğmaz öldüreceğini vaat ediyor. İla ikiz kız doğurduğunda
bıçağı bebeklerin kafasına dayamasına rağmen öldüremeyen ve Tanrı’ya karşı
geldiğini düşünen Nuh, tufan bitip karaya çıktıklarında kendini tamamen
ailesinden de koparıyor ve içkiye veriyor. Bir süre sonra İla’nın kendisiyle konuşmasının
ardından Tanrı’nın isteğinin aslında yepyeni bir başlangıç kurulması olduğuna kanaat
getiriyor ve böylelikle İlahi inayete yeniden kavuşuyor.
Aslına bakılırsa film Tevrat’ın Tekvin
bölümüyle büyük benzerlikler taşıyor. Tekvinde’de Tanrı’nın insanı yarattığı
için pişman olduğu, insanların yeryüzünde bozgunculuk yaptığı için tamamen yok
edilmesi gerektiği anlatılıyor. Hatta tufan sonrasında Nuh’un kendisini içkiye
verdiği ve tamamen çıplak şekilde kumlar üzerinde yattığı da anlatılıyor. Tüm
bu anlatılar yıllardır tefsir uzmanlarınca tartışılmaktadır. Burada bizi
ilgilendiren tefsir konusunda gelenek dışı bir yorum oluşturan Spinoza’nın yapmış
olduğu yorumlardır. Çünkü bence film Spinoza’nın düşüncelerinden oldukça etkilenmiştir.
Bilindiği üzere Spinoza da bir Yahudidir. İyi bir teoloji eğitimi aldıktan
sonra görüşleri nedeniyle tekfir edilmiş halkından uzaklaşmak zorunda kalmıştır.
Onun Peygamberlik hakkındaki görüşleri Teolojik-Politik İnceleme adıyla düşünce
tarihinde yer bulmuştur. Şunu söylemekte fayda var ki Spinoza Nuh’tan sadece
birkaç pasajda bahsetmiştir. Ancak eserinde vahiy ve peygamberlik hakkında
yapmış olduğu yorumlamalar Nuh hakkında da birçok şey söylemektedir. O halde söz
konusu paragrafı aynı şekilde alıntılayalım(Spinoza, Teolojik-Politik İnceleme, (çev. Cemal Bali Akal ve Reyda Ergün), Dost Yayınevi, 2016):
Gerçekten de o zaman canı isteyen, aynı
hakla, Kutsal Kitap’ın her bölümü için bunu söyleyebilir. Böylece habisliğin icad
edebileceği her türlü saçmalık ve kötülük, Kutsal Kitap’ın otoritesine sığınılarak
savunulabilir ve yapılabilir. Oysa bizim savunduğumuz şey dinsizce olan hiçbir
şey içermez. Çünkü Süleyman, Yeşaya, Yeşu vs. peygamber olmalarına rağmen yine
de insandılar. İnsani olan hiçbir şeyin onlardan uzak olmadığını düşünmeliyiz.
Tanrı’nın insan türünü ortadan kaldırdığı da Nuh’a anlayışına göre vahyedildi. Çünkü
o, Filistin dışında, dünyada kimsenin yaşamadığına inanıyordu. Peygamberler,
dine bağlılık hiçbir zarar görmeden, yalnızca bunlardan değil, ama daha önemli
başka şeylerden de habersiz olabilirlerdi; oldular da… Gerçekten de, tanrısal öznitelikler konusunda
özgün hiçbir şey öğretmediler. Tersine, Tanrı hakkında sıradan insanın fikirlerine
tıpa tıp benzer fikirleri vardı. Vahiyler de bu fikirlere uyarlandı. Kutsal
Kitap’ın birçok bölümünde göstereceğim bunu. Öyle ki, peygamberlerin, mizaçlarındaki
yüksek düzey ve benzersizlikten çok, dine bağlılıkları ve kararlılıkları
nedeniyle övülüp yüceltildikleri kolayca görülecektir.
Sırf bu paragraf okunsa dahi hem Teolojik-Politik İnceleme hakkında hem de Noah filmi hakkında birçok şey söylemiş oluruz. Yine de Spinoza düşüncesi bağlamı hakkında belki birkaç şey daha ifade edilebilir. Spinoza Modern felsefenin kurucu isimlerinden biri olarak görülmektedir. O Descartes’in eleştirel bir takipçisidir. Descartes’in felsefi yöntemini büyük oranda destekler ama onun görüşlerine daha ihtiyatlı yaklaşır. “Akıl çağı”nın şafağında akla karşı da temkinlidir. Duyguların ve arzuların öneminin farkındadır, haliyle insanın yetkin bir akıl vasıtasıyla iradesini tecessüm ettirebileceğine inanmamaktadır. İşte onun bu görüşleri Peygamber ve Vahiy yorumlarında da kendini göstermektedir. Peygamberler, sıradan insanlardan hiç de farklı olmayan bir şekilde, duygularıyla, arzularıyla bir insandır. Haliyle dünyayı diğer insanlar nasıl görüyorsa onlar da öyle görür. Kimi Spinoza yorumcuların Peygamberlerin gerçekten Vahiy alıp almadıkları konusunda Spinoza’nın içinde bulunduğu ortam nedeniyle yumuşattığını, dolayısıyla aslında ne peygambere ne de vahye inanmadığını ifade etmektedirler. Diğerleri ise Spinoza’nın Tanrı inancına da ve gerçekten yazdığı şekliyle Vahye inandığını belirtmektedirler. Ancak her iki kesimde vahyin özgün bir yorumuna sahip olduğunu söylerler -gayet tabii onun düşünceleri öncüllerinden tamamen kopuk değildir İslam düşünürleri İbn Rüşd ve İbn Tufeyl’den ne denli etkilendiği dikkatle incelenmeledir.- Spinoza’ya göre Peygamberler Tanrı’dan aldıkları vahyi tamamen kendi yeteneklerine, algılarına, duygularına ve hatta arzularına göre anlarlar. Filmde de görüleceği üzere Nuh’un Tanrı ile irtibatı sadece rüya vasıtasıyla olmuştur. Rüyanın yorumu tamamen Nuh’a aittir. Bu yorum için büyük babasından yardım aldığında onun da fazla bir yardımı dokunmaz. Gördüğü şey yeni bir rüyadır. Bu açıdan yaklaşıldığında; büyük babasının, babasının ve kendisinin insanlardan devamlı kötülük gördüğü onlardan kopuk bir hayat yaşadığı göz önüne alındığında onun rüyayı bütün insanların hayatının yok olması gerektiği gibi yorumlaması gayet doğaldır. Onun nihai isteği de bu gibi görülmektedir. Spinoza'nın bir başka yerde dediği gibi: Peygamberlik hiçbir zaman peygamberleri daha bilgili yapmadı, aksine onları önyargıları içinde bıraktı.
Kaldı ki rüyanın görülmesindeki sebeplilik ilkesi irdelendiğinde, rüyanın Tanrı’dan
gelip gelmediği de oldukça belirsiz kalacaktır. Filmde Nuh’un rüyanın yorumu
konusunda şüpheye düştüğü görülmekte ancak rüyanın Tanrı’dan geldiğine dair
herhangi bir şüpheye düştüğü görülmemektedir. Öte yandan Nuh’un Tanrı ile
ilişkisine dair de filmde hiçbir şey görülmez. Sözgelimi dua eden, işaret
bulmak için çaba gösteren ya da ibadet eden bir Peygamber yoktur ortalıkta.
Tıpkı Spinoza’nın dediği gibi sadece “dine bağlılığı ve kararlılığı” olan bir
insan mevcuttur. Bu kararlılık kendisini öylesine gösterir ki torunlarını
öldürme konusunda son ana kadar hiçbir geri adım atmaz. Bu durum bizi Spinoza’nın
paragrafındaki ikinci cümleye götürmektedir. Bebeklere kıyacak derecede bir
kötülük varsa ya da İbrahim düşünüldüğünde oğlunu kurban etme gibi bir fikir
varsa ya da Musa’nın girdiği savaşlar hatırlanırsa bunların hepsi Peygamberlerin
insani niteliklerinden ötürü meydana gelmiştir, çünkü Tanrı vahiy verdiyse bile
onlar yalnızca algılarına göre vahyi yorumlamışlardır. Zira peygamberler Tanrı’dan
doğrudan “şunu yap”, “bunu yap” diye vahiy almazlar. Ya rüyadayken ya da uyku ile
uyanıklık arasında vahiy alırlar. Üstelik vahyi doğrudan sözlü almış olsa dahi
çeşitli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Tanrı vahyi nasıl iletir? İnsanın
diline indirgeyerek mi yapmaktadır? Dahası arada vahiy melekleri olduğu konusunda
kitap ehli dinler ortak görüşe sahiptir. O halde Tanrı önce melekler katına
indirip, onun aracılığıyla peygambere, peygamber aracılığıyla da insanlığa mı
seslenmektedir? Böyleyse yaklaşık 4 kırılma gerçekleşmektedir. Buradan hareketle
Tanrı’nın ilk sözüyle, insanlara ulaşan söz arasında farklılıklar mevcut mudur?
Başka açıdan Tanrı bir mevzuyu tümel olarak peygamberin zihnine yerleştirmiş,
peygamber de insanların anlayacağı şekilde mi onu aktarmıştır? Bu tür sorular
çoğaltılabilir, ancak filmde vahyin tek yolu olarak rüya gözükmektedir ve insanlığa
tebliğe dair bir ayrıntı bulunmamaktadır. Filmde ve Spinoza’nın görüşlerinde çarpıcı
olan diğer kısım Nuh’un Tanrı’yı tanımak bakımından diğer varlıklardan hiçbir
farkı yoktur. Kabil’in oğulları da Tanrı’nın varlığı kabul ederler, onlar da Tanrı’nın
insanoğlunu cezalandırdığını bilirler ve yeryüzünde kötülük yaptıklarının
farkındadırlar. Nuh ile onlar arasındaki tek fark, Kabil’in oğulları Tanrı’nın
Nuh ile konuştuğuna inanmazlar. Çünkü onlara göre Tanrı artık yeryüzüyle iletişimi
koparmıştır. Nuh onları ikna etmek için ya da Tanrı’yı anlatmak için hiçbir
çaba göstermez. O sadece kendisine vahiy geldiğini bilmektedir ve kendisini
vahye göre davranmak zorunda hissetmektedir. Son olarak biraz tereddüt ederek
Tufan hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Spinoza’ya göre tabiat yasaları ile
Tanrı’nın kararı ve yönetimi arasında bir fark bulunmamaktadır. Bu görüşü filme
ve tufana uyarladığımızda, insanlığın doğal felaketi kendi elleriyle getirdiği aşikar
bir şekilde görülmektedir. İnsanların maden arama nedeniyle, ilkel düzeyde de olsa
endüstriyel üretime geçmesi doğa üzerine onulmaz yaralar açmıştır. Bunun sonucunda
doğa kendi intikamını tufan vasıtasıyla almıştır. Spinoza açısından doğa ile Tanrı
arasında fark tespit etmek mümkün değildir.
Sonuç olarak birkaç yönden anlatmaya çalıştığım üzere Noah filmi Spinozacı bir film olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder