BOĞAZİÇİ AVRUPA SİYASET OKULU YAZ 2018



Bu ayın hemen başında, 2-9 Eylül arasında Boğaziçi Üniversitesi İİBF binasının evsahipliği yaptığı Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu gerçekleştirildi. Her yıl Kış ve Yaz dönemleri olmak üzere 2 kez gerçekleşen bu okul, 30 katılımcısıyla 10. Eğitimini tamamlamış oldu. İngiltere ve İsveç Büyükelçiliği’nin, Sabancı ve Koç Vakfı’nın, Anadolu Kültür ve Avrupa Konseyi’nin de desteklediği program katılımcılara eşsiz bir deneyim sundu.

            Bir hafta süren Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu sabah 9.30’dan akşam 18’e kadar adeta her dakikası dolu dolu geçti. Batuhan Aydagü, Soli Özel gibi alanında uzman kişiler; Prof. Dr. Ayşe Buğra, Prof. Dr. Fikret Adaman, Doç. Dr. Ulaş Bayraktar gibi kıymetli akademisyenler; Karin Bruce, Tobbias Leipprand, Hakan Altınay gibi sivil toplum kuruluşlarının değerli önderleri eğitmen olarak katkıda bulundular. Murat Gülsoy gibi nitelik bir yazar önerilerini sundu. AKP, MHP ve CHP’den örnek Belediye başkanlarının da deneyimlerini paylaştıkları programa, İngiltere Büyükelçisi Dominic Chilcott ve İngiltere’de en genç belediye belediye başkanlarından Türk kökenli Nesil Çalışkan renk kattı.
            Hiç şüphesiz her birisi ayrı ayrı değerli isimlerle yan yana bulunmak, sohbet etmek, onları en yakından dinlemek         ve soru sorma fırsatına sahip olmak biz katılımcılar için büyük bir şanstı. Hele de okulu planlayanların özellike Ankara-İstanbul dışından, yani sözgelimi “taşradan” gelen katılımcılara ayrıcalık tanıması programın kıymetini daha da arttırdı. Nitekim taşranın ilmi ve sanatsal değerlere ulaşma imkânı ne yazık ki halen vasat düzeyde. Üstelik Siyaset Okulu’nun koordinatörleri İstanbul’un eşsiz güzelliğini katılımcılara tattırmak için türlü imkanları sundular.

            Yukarıda anlattığım konulardan da çok daha önemli bir husus var ki o da Türkiye’nin içinde bulunduğu, kutuplaşmanın had seviyede olduğu bir ortamda kıymetini arttırmakta: Hemen hemen Türkiye’nin her köşesinden ve her fikrinden katılımcıların gelmesi. İşte bu durum programın “eşsizliğini” perçinlemekte. Zira Türkiye’de yapılan bilimsel veya düşünsel faaliyetlerin birçoğu kısıtlı bir kesime, kısıtlı görüşlere ya da kısıtlı unsurlara hitap etmektedir. Oysa Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu bu anlayışı 10. Kez sarsmıştır.

            Hatırlatmakta fayda bulunmaktadır ki, kenti ve medeniyeti oluşturan daima “öteki” ile olan temastır. Ancak Doğulu toplumlar uzun süredir “öteki” ile olan teması kestikleri gibi kendi içsel dinamiklerinden ve yapılarından “ötekiler” oluşturup onlarla da teması kesmiştir. Hakikati en dar anlamda yorumlayarak, kendi görüşünün dışında olanları düşmanlaştırmıştır. Etrafımızdaki hainlerin (?) yüzünden hakikati göremez olmuş, yansımasına talip olmuşuz. Herkes hakikatin bir tür gölgesini, yansımasını ve sanrısını elinde tuttuğu için, hakikati tekelinde zannetmekten geri durmamıştır. Böyle olunca sloganı, gürültüyü, kalabalıkları ve hengameyi arttırmış fakat düşünceyi, sorgulamayı ve toplumu ortadan kaldırmışız. Malumdur ki; herkesin aynı görüşte olduğu noktada akla yahut zekaya ihtiyaç bulunmazken yalnızca reflekslere ihtiyaç vardır. Haliyle böylesi bir ortamda bilim, felsefe ve sanat unutulmuş; inanç ve dogma artmıştır. Bütün peygamberlerin, filozofların ereği olan “İyi yaşamı” hedeflemektense öyle-böyle, bir şekilde yaşamaya razı olmuşuz.

            Artık tam anlamıyla tecrübe ettik ki, hep bir “olağanüstü” hal içindeyken, hep bir kırmızı manşetli “son dakika” haberleri ortamındayken düşünmekten ziyade eylemeye yöneliyoruz. Çünkü öngörülebilir bir hayatın mekanı ve onun sâkinleri/”sakin”leri değiliz. Yaklaşık 400 yıldır bütün ideolojilerimiz, bütün hayat görüşlerimiz ve hayatımızın bizzat kendisi “alarmizm” duygusuyla yönlendirilmekte. Lenin’e atfedilen bir söz vardır ki, “Uçurum kenarında yürürken akıl devreden çıkar.” Bizler daima uçurumun kenarındayız. Oturup soluklanmaya, dünyamızı, toplumumuzu aslında kendimizi tanımaya o kadar çok ihtiyacımız varken sürekli koşuyor, uçuyor ve “yükseliyoruz” (!)  Gerginliğimiz her zaman had safhada, heyecanımız ve duygularımız sürekli kabarık ve kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde tedirginiz.

            Belki hepsinden de daha vahim olan bir durum var ki, bütün bunların çözümünün siyasi olduğunu düşünüyoruz. Sorunlarımızın çözümü kısmen politika olabilir ama asla siyasi değil. Böylesi sivil/civic faaliyetlerin arttırıldığı, toplumun her kesiminin birbirine dokunduğu, gözlerinin içine baktığı ve gülümsediği bir çözüm akıllarımıza bile gelmiyor. Oysa ki hayali düşmanlarla, farazi hainlerle mücadele etmekten çok daha kolay bir çözüm yolu bu. En azından Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu sayesinde deneyimledik ki, oldukça yapılabilir bir şey bu.

            Konuyu toparlamak açısından, şu soruya cevap vererek bitirelim: Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu niçin başarılıdır? Birincisi ve bence en önemlisi bilim yurtlarımızda olmayan bir şey var burada; eğitmenler, koordinatörler ve katılımcıların çoğu hakikat tekelindeymiş gibi hareket etmiyorlar. Orada bulunan herkes merakını ve hayretini yitirmemiş vaziyette. Bunu önemsiyorum çünkü, merakı olmayan kişi her sorunun cevabını bulmuş demektir, ona anlatılabilecek yeni hiçbir şey yoktur. İkincisi, eğitmenler “kürsü avantajını” çoğu kez kullanmıyorlar. Şöyle ki üniversitelerimizin birçok yerinde tahakküm hâkim. Özgürleştirici olması gerekirken tam aksine baskıcı bir yapı bulunuyor. Hocalara farklı bilgi sunulduğunda, derhal iktidarlarını gösteriyorlar. Oysa ki siyaset okulu bu tahakkümü en aza indirgemiş vaziyette. Üçüncüsü, koordinatörler başta olmak üzere herkesin yüzünde güler yüz var. Bu da hakikaten bir ailenin içine girdiğinizin hissini veriyor. Bütün bunlardan dolayıdır ki 1 haftalık Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu, ülkemizin birçok yerinde verilen üniversite eğitimlerinin 1 senesine bedel.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MİKRO-İKTİDAR BİÇİMİ OLARAK: HOCANIN İKTİDARI

Spinoza'dan Hareketle "NOAH (2014)" Filmi Çözümlemesi

MHP-AKP İTTİFAKI: İÇERİDEN BİR ANLAMA ÇABASININ ANLATIMI