Öcalan'dan Kadirov; PKK'dan "Hamidiye Alayları" Olur Mu?

 

...bahse konu kılınmış taraflardan birine yahut öbürüne alenen haksızlık etmekten olabildiğince kaçınarak, tesbitci ve tasvirci tutumla yansıtmağa çaba harcadık. Ne var ki, haksızlık etmekten kaçınmak, taraf tutmamak anlamına gelmez. Tarafsızlık, ahlaksızlıktır. Haksızlık etmekse, adaletsizliktir, yani zulumdur.

TEOMAN DURALI

Kanaatimce hükümetin ve güvenlik bürokrasinin bir kısmının çözüm sürecinden muradı PKK’yı Hamidiye Alaylarına dönüştürmekti. Daha güncel bir örneklendirmeyle de teröristbaşı Öcalan’ı Kadirov yapmaktı. Teşbihte hata olmazmış, Putin nasıl ki, Rusya’ya kan kusturan Çeçenleri Rusya için savaşan bir güce dönüştürdüyse, Sultan II. Abdülhamid nasıl ki kendisine isyan eden bir bölgeden “Hamidiye Alayları”nı çıkarmışsa; Türkiye de Öcalan’ı ve PKK’yı bu örneklere uygun olarak kullanamaz mıydı?

Aslında hem Putin hem de Sultan Abdülhamid örneği çok fazla üzerine düşünmeksizin aklıma geldi, ancak bu yazıyı yazarken şunu da farkettim: Recep Tayyip Erdoğan, Sultan Abdülhamid’i daima “ideal yönetici” olarak anmıştır, o sebepten onun politikalarını diriltme isteğinin olması gayet mantıklı gelmektedir. Her ne kadar Erdoğan ve Putin arasında doğrudan bu denli bir ilişki kuramasak da, hükümetin ve güvenlik bürokrasinin Rusya’nın Çeçen örneğini dikkate aldığını farz etmek makul bir savdır.

O halde yazının birinci önermesi, AKP’nin PKK’yı Türkiye’nin lehine kullanma isteği mevcuttu. Bu önermeyi destekleyecek birkaç izahım daha mevcut. Her ne kadar Erdoğan’ın yalınkat İslamcı olduğunu iddia edemesek de İslamcı fikriyatı, dolayısıyla ideallerini, daima gönlünde barındırdığını biliyoruz. Aynı şekilde Cumhuriyet’in ulus-devlet politika sınırlarını kabul etmediğini, başta Osmanlı İmparatorluğunun etki alanı olmak üzere tüm İslam dünyası üzerinde söz sahibi olmak için politika geliştirmeye çalıştığını gözlemledik. Söz konusu ideallerin başarılı bir politikaya dönüşebilmesi için PKK sorunu, siyasi iktidarın ilk dönemlerinde oluşturduğu söylem ile “Kürt sorunu” mutlak suretle çözülmeliydi. Bunun için iktidar yanına güvenlik bürokrasinin bir kısmını da alarak bu sorunu “bir taşla iki kuş vurmak” deyimine uygun olarak çözmeye karar verdi. Düşünceye göre PKK hem Türkiye’ye sorun olmaktan çıkarılacak hem de Türkiye’nin sınır dışında etki alanının genişlemesine hizmet edecekti. Muhtemeldir ki Öcalan da siyasi talepleri karşılanırsa Türkiye’nin bu amaçlarına hizmet etmek için çaba göstermeyi kabul etmişti.

Muhtemelen kelimesini kullanıyorum ancak Öcalan’ın açık kaynaklara yansıyan görüşleri incelenirse, ki bunlardan en bilineni Öcalan’ın sorgulanması esnasında “Türkiye’ye hizmet etmeye hazırım” ifadesidir, bu kanaate kolaylıkla ulaşılabilinir. Yine mezkur kaynaklara göre, Öcalan’ın politik hedefleri 90’lı yıllardan sonra değişmeye başlamış, bu değişimden sonra PKK’yı revize etme girişimlerine başlamış ancak bunda istediği denli başarılı olamadan tutuklanmıştır. Dahası, bu iddialara göre PKK’nın bu dönüşümü Türkiye’nin lehine olacak şekilde planlanmıştı. Hatta Öcalan bu dönüşüm isteğiyle, ABD’nin kendisini Türkiye’ye teslim etmesi arasında da bağlantı kurmaktadır. Bu iddialar ister doğru olsun ister yanlış hükümet tarafından makul bulunduğu görünmektedir. Hatırlanacak olursa çözüm sürecini “ülkenin parçalanacağı” yönünde eleştirenlere karşı iktidarın kimi sözcüsü “parçalanmanın aksine genişlemenin” olacağını yorulmadan dillendirmeye çalışmışlardı. Çünkü onlara göre çözüm süreci sonunda gerekirse özerklik verilerek "Kürt sorunu" ortadan kalkacak ancak başta Suriye ve Irak olmak üzere Kürtlerin yoğun olduğu bölgeler Türkiye’ye bağlanmak suretiyle Türkiye’nin sınırları genişleyecekti.

Eğer ki süreç kağıtta planlandığı gibi gitseydi ve yalnızca Hükümet-Öcalan arasındaki dengeye bağlı olsaydı yukarıda anlatıldığı şekliyle bir tablo çıkma ihtimali yüksekti. Fakat politikanın ve hayatın doğası gereği böylesi bir mevzu iki aktör arasında çözümlenemezdi. Kaldı ki süreç de iki aktörle işlememekteydi, sürecin içerisinde başından beri başka aktörler mevcuttu: ABD ve AB gibi dış aktörler, HDP, Meclis ve Muhalefet partileri, bürokrasi, Bayık’ın önderliğindeki PKK. Üstelik her birinin de kendi içerisinde değerlendirilmesi gereken sonuca doğrudan ya da dolaylı etki eden aktörler vardı.

Hükümet ve süreci destekleyen bürokrasi açısından Öcalan’ın örgüt üzerinde tam kontrolü sağlayamaması en başta gelen sorunlardan biriydi. Bana göre hükümet için daha o zamanlardan Öcalan X HDP+PKK (uluslarası güçler) denklemi oluşmaya başlamıştı. Bu denkleme göre Öcalan müttefik olarak görülüyor HDP ve PKK düşman olarak görülüyordu. Üstelik bu denklemin hala daha işlediğini düşünmekteyim. Nitekim İstanbul 2019 yerel seçimlerinden önce Öcalan’ın mektubunun okutulması bence bu denklemle alakalıydı. Bu bağlam düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı’nın yakın zamanda söylediği “Demirtaş, öcalan’a hesap verecek” ifadesi de anlam kazanmaktadır. Tıpkı bunun gibi Cemil Bayık’ın millet ittifakını destekleyen, AKP-MHP’nin iktidardan indirilmesi gerektiğini belirten sözleri de aynı denklem kapsamında anlaşılabilinir.

Öcalan ise bürokrasideki ikiliği bir sorun olarak görmekteydi. O denli ki çözüm süreci boyunca yanına gelen HDP’li siyasetçilere sıklıkla bu ikilikten dert yandığı, bilhassa da “fetullahçıların” ne denli etkin olduğundan bahsederek “çözüm sürecini engelleyecek” müdahaleleri fetullahçı yapılanmaya bağlayarak sürecin devam etmesi gerektiği yönünde HDP’lileri ikna etmeye çalıştığına açık kaynaklardan rastlanmaktadır. Kimi zaman HDP’lileri “sürece uygun davranma” konusunda uyarması da HDP’den kimi siyasetçilere mesafeli olduğunu göstermektedir. Bu mesafeli olduğu isimlerden birinin de Demirtaş olduğu daha sonra net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Keza Öcalan’ın PKK’nın üst yöneticilerle olan görüş ayrılığını da sık sık dile getirmesi dikkat çekicidir. Bu fikir ayrılığının temelinde Öcalan’ın Bookchin’in görüşleri doğrultusunda konfederalizm fikrine bağlı olması PKK’nın ise daha ziyade etnisite/ulus temelli bir yapı kurma iddiasına sahip olması bulunmaktadır.

Hükümet de Öcalan da başta ABD olmak üzere uluslararası aktörlerin sürece müdahil olması konusunda temkinli olduğu kaynaklarda göze çarpan bir başka husustur. İlişkiyi anlama konusunda bu kısım bana anlaması en zor gelen kısım olmuştur. Çünkü Türkiye üzerine uzmanlaşmış ABD’li istihbaratçı Fuller eserlerinde apaçık “çözüm süreci” planlamaları yapmış ve hatta hükümetin hayata geçirdiği birçok öneriyi de kitabında dile getirmiştir. Yine AB’nin çözüm sürecine en çok destek veren olduğunu dönem gözden geçirildiğinde farkedilmektedir. Ancak gerek hükümet gerekse de Öcalan uluslarası aktörlerin niyetleri konusunda oldukça şüpheli davranmıştır. Demek ki uluslararası aktörler “çözüm sürecinin” başka bir yöntem ile başka bir sonuca ulaşmasını umut ederken, hükümet ve Öcalan başka bir tasavvur ortaya koymuştur. Her iki tarafın da sürecin baltalayıcıları olarak “FETÖ”yü göstermesi onların bakış açısınca yukarıda ortaya konulan ifadeleri doğrulamaktadır.

Sonuç olarak, gerek çözüm sürecinin çözümlenmesi gerekse de mevcut siyasi ortamın anlaşılması bağlamında yazının ilk paragrafı ve önermeleri katkı sunabilir. Özetlemek gerekirse hükümet açısından ve muhtemelen güvenlik bürokrasisi açısından da terörirstbaşı Öcalan’ın bir tarafta bulunduğu, bunun karşısında ise uluslararası aktörlerin de desteğini yanına alan HDP, PKK/YPG’nin yer aldığı bir tablo söz konusudur. Türkiye’nin bekasının sağlanması için Öcalan’ın yer yer kullanılmaya devam edilmesi önemlidir.  Anlamaya ve anlatmaya çalıştığım tablonun bence olumsuz yanı terör örgütünün bileşenlerinin iç siyasi sorunlara dahil edilmesidir ve bu denli göz önünde gerçekleşiyor olmasıdır. Olumlu yanı ise Türkiye’nin bekasının sağlanması konusunda terör örgütünün unsurlarının kullanılabiliyor ve stratejik hamleler yapabiliyor olmasıdır.

    Öcalan’dan Kadirov çıkarmanın, PKK’dan “Hamidiye Alayları” oluşturmanın çok abartılı bir örneklem olsa da meramı anlatma konusunda kullanışlı olduğunu zannediyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR MİKRO-İKTİDAR BİÇİMİ OLARAK: HOCANIN İKTİDARI

Spinoza'dan Hareketle "NOAH (2014)" Filmi Çözümlemesi

MHP-AKP İTTİFAKI: İÇERİDEN BİR ANLAMA ÇABASININ ANLATIMI